Maarif kokeni nedir ?

Bengu

New member
“Maarif’in Kökeni Nedir?” sorusunu tersyüz ediyorum: Köken değil, niyet meselesi!

Şunu baştan söyleyeyim: “maarif”in kökenini yalnızca sözlükte arayanlarla değil, onu bugünün sınıflarında, müfredatında, dilinde ve ideolojisinde aramayanlarla da sert şekilde karşı karşıyayım. Evet, kelime Arapçadaki “ma‘rifa”—bilme, tanıma, idrak—kökünden gelir; ama bence asıl mesele, bu bilmenin kimin için, ne uğruna ve hangi yöntemlerle üretildiğidir. Eğer forumda gerçek bir tartışma istiyorsak, “köken”i bir etimoloji oyuncağı olmaktan çıkarıp, tarihsel bir iktidar ve anlam mücadelesi olarak ele almalıyız. Hadi buyurun, taşları yerinden oynatalım.

Etimolojiden Kuruma: “Ma‘rifa”dan “Maarif”e uzanan gerilim

“Ma‘rifa” ile “maarif” arasındaki fark, yalnızca çoğul eki değildir; zihniyetten pratike geçişin izidir. “Ma‘rifa” bireyin idrakidir; “maarif” ise idrakin kurumsallaştırılmasıdır. Birincisi ruhta, ikincisi müfredatta yaşar. Bu dönüşüm, Osmanlı’nın geç modernleşme sancıları sırasında medrese-kalemiyye hattından devletin merkezileşen eğitim idaresine evrildi. “Maarif” böylece hem bir umut (kamusal aklın inşası) hem de bir risk (aklın tek tipleştirilmesi) taşıdı. Bugün hâlâ bu ikiliğin içindeyiz: Özgürleştiren bilgi mi istiyoruz, yoksa yönetilebilir yurttaş mı?

Tarihle yüzleşme: Tanzimat’tan bugüne süreklilikler ve kopuşlar

Tanzimat’ta maarifin kamusallaştırılması, imparatorluğun dağınık bilgi rejimini derlemek için atılan adımdı. Rüştiyeler, idadiler, öğretmen okulları, vilayet salnameleri ve kanunnamelerle gelen düzenlemeler, bir “merkez” tahayyül etti: Aynı dil, aynı tarih anlatısı, aynı terbiye. Bu merkez, farklı bölgelerin, dillerin ve cemaatlerin bilgi geleneklerini “eşitlemek” kadar “ehlileştirmeyi” de hedefledi. Cumhuriyet, bu merkeziyetçiliği başka bir idealle—ulus inşasıyla—devraldı ve dönüştürdü. Alfabe değişiminden köy enstitülerine, “maarif” bir kez daha hem imkân hem müdahale oldu. Bugün ise sınav ekonomisi, dijital içerik tekelleri, ölçme-değerlendirme rejimleri ve ideolojik hatlar üzerinden süren bir “yeni merkez” var. Yani köken, değişmeyen bir öz değil; sürekli yeniden yazılan bir kural kitabı.

Zayıf halkalar: Sınav fetişizmi, dil siyaseti, içerik tekeli, pedagojik yoksullaşma

1. Sınav fetişizmi: “Maarif”in en büyük arzusu ölçmek; ama ölçmek, anlamanın garantisi değil. Puan, gerçek merakın önüne geçtikçe maarif, “ma‘rifa”yı boğuyor. Çocukların hafızası doluyor, zihni boşalıyor. Peki bu mu hedef?

2. Dil siyaseti: Dil, yalnızca iletişim değil; hakikat inşa aracıdır. Tek bir anlatı dili dayattığınızda, yerel bilgiyi, sözlü kültürü ve farklı epistemolojileri dışarıda bırakıyorsunuz. Bu, maarifi teknik olarak kolaylaştırırken, düşünce ekosistemini çoraklaştırıyor.

3. İçerik tekeli: Ders kitabı, yardımcı kaynak, platform—hepsi aynı epistemik mutfaktan çıkınca “çoğulcu maarif” masalı oluyor. Alternatif pedagojiler vitrine konuyor, mutfağa alınmıyor. Bunu görmezden gelen herkes, “köken” masalına sığınıyor.

4. Pedagojik yoksullaşma: Müfredat sıkılaştıkça öğretmen özerkliği daralıyor. Öğrencinin keşif alanı, “hedef davranışlar” listesine sıkışıyor. Bir tür “epistemik Taylorizm”: Zamanı dilimle, içeriği standardize et, çıktıyı ölç. Peki insan nerede?

Tartışmalı düğüm: Maarifin “erdem” vaadiyle “itaat” pratiği arasındaki uçurum

Maarif hep erdemden, yurttaşlıktan, kamusal iyiden söz eder. Güzel. Ama sınıfın kapısı kapandığında, erdem yerini itaat pratiğine bırakabiliyor: “Doğru cevap budur.” Neden? Çünkü sistem, belirsizliğe tahammül edemiyor. Oysa bilginin kökeni, çoğu kez soruların serseriliğinde yatar. İtaatle büyüyen çocuk, risk alamaz; risk alamayan toplum da bilim, sanat, girişim üretmekte zorlanır. Bu çelişkiyi çözmeden “köken” konuşmak, perdenin desenini tartışmak gibi.

Strateji mi empati mi? Cinsiyetli atıflar yerine çoğul beceri mimarisi

Forumda sık duyduğum kalıba eleştirel ama yapıcı bir önerim var: “Erkekler stratejik ve problem çözme odaklı, kadınlar empatik ve insan odaklıdır.” Bu, kimi pratik gözlemleri açıklasa da özcü ve sınırlayıcı bir çerçeve. Yine de, tartışmayı ilerletmek için bu atıfları yaklaşımlar olarak yan yana koyalım ve maarifi nasıl zenginleştirebileceklerine bakalım:

- Stratejik/problem çözme yaklaşımı (çoğu zaman “erkeksi” diye etiketlenir): Net hedefler, ölçülebilir çıktılar, veriyle karar, kaynak optimizasyonu. Maarifin verimlilik cephesini güçlendirir. Program tasarımında, okul-iş gücü eşleşmesinde, STEM alanlarında özellikle değerli.

- Empatik/insan odaklı yaklaşım (çoğu zaman “kadınsı” diye etiketlenir): Öğrencinin duygusal güvenliği, aidiyet, farklılıkların kapsanması, topluluk dokusunun güçlenmesi. Maarifin adalet ve sürdürülebilirlik damarını besler. Erken çocukluk, özel eğitim, rehberlik, dil-edinimi gibi alanlarda vazgeçilmez.

Benim iddiam şu: Maarif, bu iki yaklaşımı bireylerde ve kurumlarda eş zamanlı geliştirmedikçe eksik kalır. Strateji empatiyle dengelenmediğinde makineleşir; empati stratejiyle dengelenmediğinde dağılır. Bu, cinsiyete değil, rol ve yetkinlik tasarımına dair bir mimari meselesidir. Öğretmen eğitiminden okul liderliğine, müfredattan ölçmeye kadar her hücrede bu çift yönlü kası çalıştırmak gerekiyor.

Kökeni yeniden yazmak: “Öğrenen cumhur” fikri

Peki, kökeni yeniden nasıl kurgulayacağız?

- Çoğul epistemoloji: Aynı sınıfta hem laboratuvar protokolü hem halkbilimi derleme yöntemi meşru olsun. Öğrenciye tek bir “bilgi hattı” değil, yöntem ailesi sunalım.

- Öğretmen özerkliği + hesap verebilirlik: Öğretmene manevra alanı aç, ama şeffaf geri bildirim ve mesleki gelişim döngüsü kur. Güven ve ölçüm aynı sistemde yaşayabilir.

- Sınavın yeniden tasarımlanması: Sınav, tek kapı olmasın; portfolyo, proje, sözlü savunma ve atölye performansı gibi çok kanallı değerlendirme ağına entegre edilsin.

- Dil politikası olarak çeşitlilik: Yerel dillerin, ağızların, göçmen dillerinin sınıfa “yabancı” değil, kaynak olarak girmesini sağlayalım. Çift dilli materyaller lüks değil, standard olsun.

- Dijital içerikte açık ekosistem: Tek tedarikçi yerine açık kaynaklı, denetlenebilir, öğretmen-geliştirici toplulukların ürettiği modüler içerikler desteklensin.

Provokatif sorular: Forum ateşini harlayalım

- “Köken”e bu kadar takılmamız, bugünkü sorumluluğu tarihsel bir gölgeye devretmek için bir kaçış mı?

- Aynı sınavı milyonlara uygulamak, adalet mi sağlar, yoksa eşitsizlikleri ölçülebilir kılan bir makyaj mı?

- Müfredatta tek bir “ulusal anlatı” yerine çoklu anlatıları aynı anda taşımak, ortak aidiyeti parçalar mı, yoksa daha derin bir birlik üretir mi?

- Öğretmen özerkliğini artırmak, kaliteyi düşürür korkusu mu yaratır; yoksa mesleği gerçekten profesyonelleştirir mi?

- “Empati”yi “verimlilik”ten üstün görmek, sınıfı huzurlu ama sonuçsuz; “verimliliği” empatiden üstün görmek, sınıfı disiplinli ama ruhsuz kılmaz mı?

- Dijital içerik platformlarının ders kitabını fiilen ikame etmesi, pedagojik inovasyon mu yoksa yeni bir tekelleşme mi?

Son söz: Maarif bir sistem değil, bir cesaret eşiğidir

“Maarif kökeni nedir?” diye sorduğumuzda, aslında “Biz bilgiyi kimin için, nasıl ve niye üretiyoruz?” diye soruyoruz. Cevap, yalnızca arşivlerde ya da mevzuat metinlerinde değil; sınıf kapısında, öğretmenin bakışında, öğrencinin sorusunda, velinin sabrında yatıyor. Köken dediğiniz şey, her günkü tercihlerimizin tortusudur. Eğer bu forumda gerçekten işe yarar bir tartışma başlatacaksak, konuyu etimolojik romantizmden çıkarıp, pedagojik cesarete taşıyalım. Stratejiyle empatiyi birbirinin zıddı değil, birbirinin koşulu olarak kurgulayalım. Ve belki o zaman, “ma‘rifa” ile “maarif” tekrar buluşur: Bireysel idrak, kamusal adaletle el sıkışır.

Şimdi söz sizde: Kökeni korumak mı, yeniden yazmak mı? Yoksa her gün, küçük küçük, birlikte icat etmek mi?